TSK – Mehmetçik Vakfı

2 06 2009

 

Mehmetçik Vakfı Tanıtım Filmi

 

Türk Silahlı Kuvvetleri Mehmetçik Vakfı; vatanımızın ve ulusumuzun güvenliği için barışta ve savaşta, her türlü şartlar altında görev yapan, erbaş ve erlerimizden şehit olan veya herhangi bir nedenle hayatını kaybedenlerin bakmakla yükümlü oldukları yakınları ile gazi ve engelli Mehmetçiklere sosyal ve ekonomik destek sağlamak amacıyla 17 Mayıs 1982 tarihinde kurulmuştur.

TSK Mehmetçik Vakfı 27 Yaşında_Tıklayın…

“Cumhuriyetimizin Kurucusu Ulu Önder Atatürk,

       Kurduğun ve yükselmesi için mücadele ettiğin laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyetini koruma ve kollama görevini ifa ederken hayatını kaybeden veya gazi ve engelli durumuna düşen Mehmetçiklere yardım amacıyla kurulan Mehmetçik Vakfı ailesi olarak; Yüce Milletimize ve Kahraman Mehmetçiklere karşı sorumluluğumuzun bilincindeyiz.

       Şehitlerimizin bize emanetlerinin ve gazilerimizin senin ilke ve inkılaplarının doğrultusunda yetişmelerine destek sağlamak en büyük idealimizdir. Bu amaçla; şehitlerimizin yakınları ile gazi Mehmetçiklerimize ve onların yakınlarına her türlü desteği sağlama gayreti içerisindeyiz.

       Senin ideallerinden ve bize gösterdiğin yoldan asla ayrılmayacağız.

       Ruhun şad olsun…

Mehmetçik Vakfı Hakkında

Bağış Faaliyetleri

Yardım Faaliyetleri

Emlak ve Yatırım

Etkinlikler

Basında Çıkan Haberler

Sıkca Sorulan Sorular

Mehmetçik Vakfı Dergisi

Afiş , Broşür , Reklam Bantları (Bannerlar)

 





Mustafa Kemal ATATÜRK Olmasaydı…

2 06 2009

 

Büyük TÜRK ulusunu, hak ettiği biçimde yaşamaya kavuşturan; batılı devletlerin sömürgesi hâline gelmiş Türk yurdunu, düşman işgalinden kurtararak, Türk adının ayaklar altına alınmasına izin vermeyen ve aşağıda sıralayacağım örnekler gibi nice işler başararak, Türk tarihine yeni bir sayfa açan Yüce Önder Atatürk‘ün tarihte olmadığını varsaydığımızda, Türk ulusunun bugünlere nasıl geleceğini hiç düşündünüz mü?

Dünyanın en şerefli ve güçlü milleti olan Türkler, Hunlar ve Göktürkler zamanında dünya hâkimiyetini kazandıktan sonra, Osmanlı Dönemi’nde bir cihan imparatorluğu kurmuştur. Osmanlı Devleti’nde, çok uluslu bir yapı olmanın getirdiği karışık ortam nedeniyle, Türk kültürü, dili ve yaşam biçimi, ciddi biçimde bozulmaya başlamıştır. Bu bozulmalar, Osmanlı’nın duraklama ve dağılma dönemlerinde zirveye çıkmış ve ne yazık ki Türkler sayesinde dünyada söz hakkına sahip olan birçok millet, Türklere ihanet etmeye başlamıştır. Bu dönemden sonra Türk ulusu, yıkılan Osmanlı İmparatorluğu’nun yerine Yüce Önder Atatürk önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş ve Türkler yeniden çağdaş – uygar bir toplum olma yolunda ilerlemeye başlamıştır.

Büyük Önder‘ Türk ulusunu, hak ettiği uygar yaşam biçimine kavuşturabilmek için çok büyük çalışmalar yapmıştır. Şimdi Atatürk’ün, milli mücadele dönemi ve sonrasında Türk ulusuna önce egemenliğini, sonra da uygar toplum olma niteliklerini nasıl kazandırdığına dair çalışmalarından, birkaç örneğe göz atalım:

Birinci Dünya Savaşı‘ndan sonra dağılarak, İtilaf Devletleri’nin egemenliği altına giren Osmanlı Devleti’nin içine düştüğü durumdan kurtarılması gerekiyordu. Üç kıtaya yayılan koca imparatorluk, artık Anadolu topraklarını koruyamaz hâle gelmiş ve vatanın dört yanı işgal altına girmişti. Bunun üzerine Anadolu’nun dört bir yanında milli mücadele ruhuna sahip, Kuvayi Milliye esaslı örgütler kuruldu ve kahraman Türk ulusu, işgallere karşı direnişe başlayarak yurdu düşman işgalinden kurtarmaya çalıştı. Milli mücadelenin önderi olan Başbuğ Atatürk, özellikle Çanakkale’deki üstün başarılarıyla, Türk Yurdu‘na göz diken soysuz düşmanları hem denizde hem de karada yenilgiye uğratarak, yurdumuzun düşmanların eline geçmesini önledi. Bu başarı, kuşkusuz kahraman Türk askerinin başarısıydı; fakat yüz binlerce askeri üstün zekâsıyla yöneten Yüce Önder’in, yazdığımız Çanakkale Destanı’ndaki rolü çok büyüktü.

Birinci Dünya Savaşı‘ndan sonra dağılarak, İtilaf Devletleri’nin egemenliği altına giren Osmanlı Devleti’nin içine düştüğü durumdan kurtarılması gerekiyordu. Üç kıtaya yayılan koca imparatorluk, artık Anadolu topraklarını koruyamaz hâle gelmiş ve vatanın dört yanı işgal altına girmişti. Bunun üzerine Anadolu’nun dört bir yanında milli mücadele ruhuna sahip, Kuvayi Milliye esaslı örgütler kuruldu ve kahraman Türk ulusu, işgallere karşı direnişe başlayarak yurdu düşman işgalinden kurtarmaya çalıştı. Milli mücadelenin önderi olan Başbuğ Atatürk, özellikle Çanakkale’deki üstün başarılarıyla, Türk Yurdu‘na göz diken soysuz düşmanları hem denizde hem de karada yenilgiye uğratarak, yurdumuzun düşmanların eline geçmesini önledi. Bu başarı, kuşkusuz kahraman Türk askerinin başarısıydı; fakat yüz binlerce askeri üstün zekâsıyla yöneten Yüce Önder’in, yazdığımız Çanakkale Destanı’ndaki rolü çok büyüktü.





İlk TÜRK Destanları

2 06 2009

1. Altay – Yakut Dönemi
a.
Yaradılış Destanı

2. Sakalar Dönemi
a.
Alp Er Tunga Destanı
b. Şu Destanı

3. Hun Dönemi
a.
Oğuz Kağan Destanı

4. Gök Türk Dönemi
a.
Bozkurt Destanı
b. Ergenekon Destanı

5. Uygur Dönemi
a.
Türeyiş Destanı
b. Göç Destanı





Göç Destanı

2 06 2009

Bu destan da bir Uygur destanıdır ve daha önce de belirtildiği üzere, Türeyiş destanının tabii bir devamı gibidir. Bugün, Orhun nehri kenarında bir şehir kalıntısı ile bir saray yıkıntısı vardır ki çok eskiden bu şehre Ordu Balık denildiği tahmin edilmektedir. Büyük Uygur Destanı’ nın, işte bu şehrin saray yıkıntısının önünde bugün dahi görülebilecek şekilde duran abidelerde yazılı olduğunu Hüseyin Namık Orkun’ un belirttiğine göre bu abideler, Moğol Hanı Öğüdey zamanında Çin’ den getirilen mütehassıslarla okutturulup tercüme ettirilmiştir.

Göç Destanının Çin ve İran kaynaklarındaki kayıtlarına göre iki ayrı rivayet halinde olduğu bilinmekte ise de aslında birbirinin tamamlayıcısı gibidir. İran kaynaklarında ki rivayet, daha ziyade tarihî bilgilere yakındır. Aynı zamanda İran rivayeti, Türklerin Maniheizm’ i kabulünü anlatan bir menkıbe hüviyetinde görünmektedir. Aşağıda hülasa edilecek olan rivayeti Cüveyni’nin Tarih-i Cihanküşa adlı eserinde kayıtlıdır ve bu rivayete göre, destanda zikredilen iki ağacın, Maniheizm’ in kurucusu Mani’nin “iki Esas” adlı eserindeki iki ağacı temsil ve taklit ettiğini prof. Fuat Köprülü iddia etmektedir.

Destan:
Türk Destanları

Uygur ülkesinde, Tuğla ve Selenge ırmaklarının birleştiği yerde Kumlançu denilen bir tepe vardır. Adına Hulin Dağı derlerdi.

Hulin Dağında da, birbirine çok yakın iki ağaç büyümüştü. Biri kayın ağacıydı. Bir gece, kayın ağacının arasında yaşayan halk bu ışığı gördü ve ürpererek takip etti. Kutsal bir ışıktı, kayın ağacının üstünde kaldığı müddetçe kayın ağacının gövdesi büyüdükçe büyüfü, kabardı. Oradan çok güzel türküler gelmeğe başladı. Gece oldu mu, ağacın otuz adım ötesinden bütün çevre ışıklar içinde kalıyordu.

Bir gün ağacın gövdesi ansızın yarıldı. İçinden beş küçük çadır, beş küçük odacık halinde meydana çıktı. Her odacığın içinde bir çocuk vardı. Çocukların ağızlarının üstünde asılı birer emzik vardı ve onlar bu mukaddes çocuklara halk ve halkın ileri gelenleri çok büyük saygı gösterdiler.

Çocukların en küçüğünün adı Sungur Tekin’ di, ondan sonrakinin adı Kutur Tigin, üçüncüsününki Türek Tekin, dördüncüsünün Us Tekin ve beşincisinin adı Bögü Tekin’di. Beş çocuğun beşinin de Tanrı tarafından gönderildiğine inanan halk, içlerinden birini hakan yapmak istediler. Bögü Han en büyükleri idi hem de ötekilerden daha güzel, daha zeki ve daha yiğit görünüyordu. Bögü Tekin’ in hepsinden, her hususta üstün olduğunu anlayan halk onu hakan olarak seçtiler. Büyük bir törenle Bögü hanı hakan olarak seçtiler. Büyük bir törenle Bögü hanı tahta oturttular.

Böylece yıllar yılı kovalamış ve bir gün gelmiş Uygurlara bir başkası hakan olmuş.

Bu hakanın da galı Tekin adında bir oğlu varmış.

Hakan oğlu Galı Tekin’ e, Çin prenseslerinden birini, Kiu-Lien’ i almağı uygun görmüş.

Evlendikten sonra Prenses Kiu-Lien, sarayını Hatun Dağında kurdu. Hatun dağının çevre yanı da dağlıktı ve bu dağlardan birinin adı da Tanrı Dağıydı, Tanrı Dağının güneyinde de Kutlu Dağ derler bir başka dağ vardı, kocaman bir kaya parçası.

Bir gün elçileri, falcılarıyla birlikte Kiu-Lien’ in sarayına geldiler. Kendi aralarında konuşup dediler ki:

-Hatun Dağının varı yoğu, bütün bahtiyarlığı Kutlu dağ denilen bu kaya parçasına bağlıdır. Türkleri zayıflatıp yıkmak istiyorsak bu kayayı onların elinden almalıyız.

Bu konuşmadan sonra varılan karar üzerine Çinliler, Kui-Lien’ e karşılık olarak o kayanın kendilerine verilmesini istediler. Yeni Hakan, isteğin nereye varacağını düşünmeden ve umursamadan Çinlilerin arzusunu kabul etti, yurdunun bir parçası olan bu kayayı onlara verdi. Hâlbuki Kutlu Dağ bir kutsal kayaydı; bütün Uygur Ülkesinin saadeti bu kayaya bağlıydı. Bu tılsımlı taş Türk Yurdunun bölünmez bütünlüğünü temsil ediyordu düşmana verilirse bu bütünlük parçalanarak ve Türkeli’nin bütün saadeti de yok olacaktı.

Hakan kayayı vermesine verdi ama kaya öyle kolay kolay sökülüp götürülecek cinsten değildi. Bunu anlayan Çinliler, kayanın çevresine odun ve kömür yığıp ateşlediler. Kaya iyice kızınca da üzerine sirke döküp parça parça ettiler. Her bir parçayı da ülkelerine taşıdılar.

Olan o zaman oldu işte. Türkeli’nin bütün kurdu kuşu, bütün hayvanları dile geldi, kendi dillerince kayanın düşmana verilişine ağladılar. Yedi gün sonra da bu düşüncesiz Hakan öldü. Ama Onun ölümüyle ülke felaketten kurtulamadı. bir Çin prensesi uğruna çekinmeden feda edilen yurdun bir kayası, Türkeli’nin felaketine sebep oldu. Halk rahat ve huzur yüzü görmedi. Irmaklar birbiri ardınca kurudu. Göllerin suyu buhar olup uçtu. Topraklar yarıldı, mahsuller yeşermez oldu.

Günlerden sonra Türk Tahtına Böğü Han’ın torunlarından biri hakan olarak oturdu. O zaman canlı cansız, ehli yaban, çoluk çocuk bütün yurtta soluk alan almayan ne varsa hepsi birden:

-Göç!.. Göç!.. diye çığrışmaya başladı. Derinden, inilti, hüzün dolu, çaresiz bir çığrışmaydı bu. Yürekler dayanmazdı.

Uygurlar bunu bir ilahi emir diye bildiler. Toparlandılar, yollara düzüldüler; yurtlarını yuvalarını bırakıp bilinmedik ülkelere doğru göç etmeğe başladılar. Nihayet bir yere gelip durdular, orada sesler de kesildi. Uygurlar, seslerin kesilip duyulmaz olduğu bu yerde kondular, beş mahalle kurup yerleştiler ve bunun için bu yerin adını da Beş-Balık koydular. Burada yaşayıp çoğaldılar.





Türeyiş Destanı

2 06 2009

Eski Hun beylerinden birinin çok güzel iki kızı vardı. Bu bey kızları ile ancak Tanrıların evlenebileceğini düşünüyordu. Bu sebeble ülkesinin kuzey tarafında yüksek bir kule yaptırarak iki güzel kızını Tanrılarla evlenmek üzere buraya yerleştirdi.

Bir süre sonra kuleye gelen bir kurdun Tanrı olduğu düşüncesiyle kızlar bu kurtla evlendiler. Bu evlenmeden doğan Dokuz Oğuzların sesi kurt sesine benzerdi. Göç Destanı Uygurların yurdunda “Hulin” isimli bir dağ vardı. Bu dağdan Tuğla ve Selenge isimli iki ırmak çıkardı. Bir gece oradaki bir ağacın üzerine gökten ilâhi bir ışık indi. iki ırmak arasında yaşayan halk bunu dikkatle izlediler. Ağacın gövdesinde şişkinlik oluştu, ilâhi ışık dokuz ay on gün şişkinlik üzerinde durdu. Ağacın gövdesi yarıldı ve içinden beş çocuk göründü. Bu ülkenin halkı bu çocukları büyüttü. En küçükleri olan Buğu Han büyüyünce hükümdar oldu. Ülke zengin halk mutlu oldu. Çok zaman geçti. Yuluğ Tiğin isimli bir prens hükümdar oldu.
Danişmend name

Çinlilerle çok savaştı. Bu savaşlara son vermek için Oğlu Galı Tigini bir Çin prensesi ile evlendirmeğe karar verdi. Çinliler , prensese karşılık hükümdardan Tanrı dağının eteğindeki Kutlu Dağ adını taşıyan kayayı istediler. Gali Tigin kayayı verdi. Çinliler kayayı götürmek için kayanın etrafında ateş yaktılar, kaya kızınca üzerine sirke döktüler. Ufak parçalara ayrılan kayayı arabalara koyarak Çin’e taşıdılar. Memleketteki bütün kuşlar, hayvanlar kendi dilleriyle bu kayanın gidişine ağladılar. Bundan yedi gün sonra da Gali Tigin öldü. Kıtlık ve kuraklık oldu .Yurtlarını bırakarak göç etmek zorunda kaldılar.

Buraya kadar kısaca tanıtmağa çalıştığımız Türklerin ilk dönem edebî eserleri olan Yaratılış, Alp Er Tunga, şu, Oğuz Kağan, Ergenekon, Türeyiş ve Göç destanları bugünkü bütün Türk Cumhuriyet ve Topluluklarının ortak destanları olarak kabul edilmektedir.

Büyük bir ihtimalle XV. yüzyılda yazıya geçirildiği kabul edilen “Dede Korkut Hikâyeleri” nin Hun-Oğuz Destan dâiresinden ayrılmış destan parçası olduğu görüşü oldukça yaygındır.

Dede Korkut Hikâyeleri ve bu hikâyelerin hem anlatıcısı hem de kahramanlarından biri olan Dede Korkut bütün Türk dünyasında ortak olarak tanınan sözlü ve yazılı gelenekte yaşatılan önemli eserlerden biridir. Türklerin X. yüzyılda büyük kitleler halinde islâmiyeti kabul etmelerinden ve Oğuzların büyük bir bölümünün batıya bugünkü Anadolu topraklarına göçmelerinden sonra gerek Orta Asyada gerek Anadolu , Balkanlar ve Orta Doğuda, Türkler farklı siyasî birlikler içinde yaşamışlardır. X. yüzyıldan sonra teşekkül eden destanlardan Köroğlu dışındakiler Türk topluluk ve guruplarının iletişimleri ölçüsünde yaygınlaşmıştır. Köroğlu destanı XVI. yüzyılda Anadolu’da teşekkül etmiş ve hemen hemen bütün Türk dünyası tarafından benimsenmiş ve çeşitlenerek yaşatılmaktadır.

İslâmiyetin Kabulünden Sonraki Türk Destanları Karahanlı hükümdarı Satuk Buğra Han X. yüzyılda islâmiyeti resmen devlet dini olarak kabul etmiştir. islâmiyetten sonra ilk teşekkül eden destan da bu hükümdarın islâmiyeti kabul ve yaymak için yaptığı mücadelelerin efsanelerle zenginleştirilerek anlatımıyla doğmuştur.





Ergenekon Destanı

2 06 2009

Moğol ilinde Oğuz Han soyundan il Han’ın hükümdarlığı sırasında Tatarların hükümdarı Sevinç Han Moğol ülkesine savaş açtı. ilhan’ın idaresindeki orduyu Kırgızlar ve diğer boylardan da yardım alarak yendi. ilhanın ülkesindeki herkesi öldürdüler. Yalnız il Han’ınn küçük oğlu Kıyan ve eşi ile yeğeni Nüküz ile eşi kaçıp kurtulmayı başardılar. Düşmanın, onları bulamayacağı bir yere gitmeğe karar verdiler.

Danişmend nameYabanî koyunların yürüdüğü bir yolu izleyerek yüksek bir dağıda dar bir geçite vardılar. Bu geçitten geçerek içinde akar sular,pınarlar, çeşitli bitkiler, çayırlar, meyva ağaçları, çeşitli avların bulunduğu bir yere gelince Tanrıya şükrettiler ve burada kalmağa karar verdiler. Dağın doruğu olan bu yere dağ kemeri anlamında “Ergene” kelimesiyle “dik” anlamındaki “Kon” kelimesini birleştirerek “Ergenekon” adını verdiler. Kıyan ve Nüküz’ün oğulları çoğaldı. Dört yüz yıl sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldılar ki Ergenekon’a sığamadılar. Atalarının buraya geldiği geçitin yeri unutulmuştu. Ergenekon’un çevresindeki dağlarda geçit aradılar.

Bir demirci, dağın demir kısmı eritirlerse yol açılabileceğini söyledi. Demirin bulunduğu yere bir sıra odun, bir sıra kömür dizdiler ve ateşi yaktılar. Yetmiş yere koydukları yetmiş körükle hep birden körüklediler. Demir eridi, yüklü bir deve geçecek kadar yer açıldı. İlhan’ın soyundan gelen Türkler yeniden güçlenmiş olarak eski yurtlarına döndüler, atalarının intikamını aldılar.

Egenekondan çıktıkları gün olan 21 martta her yıl bayram yaptılar. Bu bayramda bir demir parçasını kızdırırlar, demir kıpkırmızı olunca önce Hakan daha sonra beyler demiri örsün üstüne koyarak döğerler. Bugün hem yeniden özgür hem de bahar bayramı olarak hala kutlanmaktadır.

Uygur Destanları Uygurlara âit Türeyiş ve Göç isimli iki destan parçası tesbit edilmiştir. Türeyiş parçası Çin kaynaklarından Göç ise hem Çin hem İran kaynaklarında bulunmaktadır.





Göktürk (Bozkurt) Destanı

2 06 2009

Gök Türk destanının da bugün birbirinden farklı üç şeklini birliyoruz. İlk ikisinde bize Çin tarihlerini bildiriyor. Üçüncü şekil ise Ergene Kon adını taşımaktadır ve Kun – Oğuz destanının son kısmı olarak 13′üncü asırda tesbit edilmiş bulunmaktadır. Bu üç şekil şunlardır:

1- Kunlarla aynı soydan olana Türkler Kun ülkesininin şimalindeki So ülkesinden çıkmışlardır. Başbuğları ‘Kapangu’nun on altı kardeşi vardı ki bunlardan birsinin anası bir kurttu. Kurttan doğmuş olan ‘I-uhe-ni-şuay-tu’ rüzgarlara ve yağmurlara hükmediyordu. Düşmanları kardeşlerini yok ettiler. Fakat o,harikuladelik sayesinde ölümden kurtuldu. İki zevcesi vardı. Biri yaz Tanrısının,biri Kış Tanrısının kızı idi. Bunlardan ikişer oğlu olmuştu. Millet bu çocukların en büyüğü olan ‘No-tu-lu-şe’yi hükümdar yaptı. O zaman ‘Türk’ adını aldı. Bunun on zevcesi vardı. Çocuklarından her biri analarının adını almıştı. ‘A-hien-şe’ bu çocuklardan biri olup anasının adı olan ‘Kurt=Asena’adını almıştı.

2- Türkler ilk önce batı denizinin (ihtimal ki Hazar denizinin) batı kıyılarında oturuyorlardı. Komşu bir millet bunların hepsini yok etti. Yalnız bir genç sağ kaldı. Onu öldürmeye kıyışamayarak ellerini ayaklarını kesip büyük bir bataklığa bıraktılar. Burada bir dişi kurt ona baktı. Yiyecek getirdi. Bu sırada dişi kurt ondan gebe kaldı. Komşu milletin hükümdarı bu sonGöktürk Destanı kalan genci de öldürmek için bir asker yolladı. Asker gittiği zaman kurtu gencin yanında gördü. Kurt,bir Tanrı kendisine yardım ediyorum gibi,genci alarak denizin tarafına geçirip bir daha üstüne indi. Bu dağ Kau-çang ülkesinin şimal batısında idi. Dağın eteğinde bir mağara vardı. Kurt oraya girdi. Orada yeşilliklerle dolu ve iki yüzlü(1) genişliğinde bir yer buldu. Orada on oğlan doğurdu. Bunlardan biri aile adı olan A-se-na adını aldı. Öteki kardeşlerin en akıllısı olduğu için biraz biraz sonra hükümdar oldu. Milletini oradan çıkararak Cücenlerin(yani Arapların) tabiiyesine girdi.

3- Moğol eline ‘İl Han’ padişah olmuştu. Tatar ülkesinde de Tatar hanlarının dokuzuncusu olan Sevinç Han birçok hediyelerle Kırgız hanına adamlar gönderip türlü adaklar adayarak onu kendi tarafına çekti. O zaman oradaki uruklar arasınfa en kalabalığı Moğollar olduğundan her savaşta düşmanlarını yenerlerdi. Türk ellerinde Moğolun oku ötmeyen,kolu yetmeyen bir yer yoktu. Bundan dolayı bütün boylar Moğolu kötülerlerdi. Hepsi birlerşip Moğollardan öç almak için üzerlerine yürürdüler. Moğollar çadır ve sürülerini bir yere yığıp çevresine hendek kazdılar,beklediler. Sevinç Han geldi. Vuruş başladı. On gün savaş oldu. On günde de Moğollar üstün geldi. Bunun üzerine Sevinç Han bütün han ve beğleri toplayıp gizlice konuşup danıştı. ‘Biz bunlara hile yapmazsak işimiz bitiktir’ dedi. Ertesi gün tanla çadırlarını kaldırıp,kötü malların,bir takım ağırlıklarını bırakıp kaçtı. Moğollar bunları güçsüz kaldırlar da onun için kaçıyorlar sanarak arkalarına düştüler. Tatarlar dönüp çarpıştılar. Bu yol Moğollar yenildiler. Ordugâhları gelinceye kadar onları kestiler. Malları ile birlikte ordugâhı da zaptettiler. Moğolların çadırlarının hepsi orada olduğundan Moğollardan bir aile bile kurtulmadı. Büyüklerini kılıçtan geçirdiler. Küçüklerin her birini bir kişi tutsak olarak aldı.

Sevinç Han, Moğolu yağma ettikten sonra ülkesine dönmüştü. İl Hanın oğulları bu savaşta ölmüşlerdi. Ancak en küçüğü olan Kayan=(Kıyan) kalmıştı. O yıl evlenmişti. Bunların ikisi aynı bölükten olan iki kişinin tutsağı olmuşlardı. Savaştan önce ordu kurdukları yere geldiler. Düşmandan kaçıp gelen deve,at,öküz ve koyunları buldular. Konuşup dediler ki:’ Burada kalsak ,bir gün olur,düşmanlarımız bizi bulur. Bir boy’a gitsek çevremiz hep düşman boylardır. En iyiysi dağlar arasındaki kimsenin daha yolu düşmemiş olan bir yere gidip oturalım’. Sürülerinin sürüp dağlara doğru yürüdüler. Yabani koyunların yürüdüğü bir yolu tutup tırmanarak yüksek bir dağın boğazına vardılar. Oradan tepeye çıkıp öte yanına indiler. Oraları iyice gizden geçirdiler. Gördüler ki geldikleri yoldan başka yol yoktur:o yolda öyle bir yol ki bir deve,bir keçi bin güçlükle yürüyebilir,ayağı biraz sürçse düşüp parçalanır. Vardıkları yer geniş bir ülke idi. İçinde akar sular,kaynaklar,türlü otlar,çayırlar,meyvalı ağaçlar,türlü türlü avlar vardı. Bunu göründe Tanrıya şükürler kıldılar. Kışın mal(at,koyun,deve,sığır)ların etini yer,derisini giyer;yazın sütünü içelerdi.

Oraya Ergenekon adını verdiler. Burada Kayan ve Nüküz’ün oğulları çoğaldı. Dört yüz yıl sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldı ki artık oralara sığmadılar. Bunu üzerine konuştular. Dediler ki:’Atalarımızdan işitirdik ki Ergenekon dışında geniş ve güzeş bir ülke varmış. Atalarınız orada otururlarmış. Tatarlar baş olup başka boylar bizim uruğumuzu kırıp yurdumuzu almışlar. Artık Tanrıya şükür düşmandan korkup dağda kapanarak kalacak halde değiliz. Bir yol bularak bu dağdan göçüp çıkalım. Bize dost olanla görüşüdüşman olanla güreşiriz’. Herkes bu düşünceyi beğenip yollar aradılar. Bir türlü bir yol bulamadılar. Bir demiri:’Ben bir yer gördüm. Orada demir madeni var. Onu eriterek yol buluruz’dedi. Millete odun ve kömür vergisi saldılar. Herkes vergisini getirdi. Bir sıra odun,bir sıra kömür olmak üzere dağın böğüründeki çatlağa dizdiler. Dağın tepesine ve öteki yanlarına da odun,kömür yığdıktan sonra deriden yetmiş körük yapıp yetmiş yere kurdular. Ateşleyip hepsini birden körüklediler.

Göktürk Destanı
Tanrının gücü ile demir eriyip bir deve geçecek kadar bir yol açıldı. O ayı, o günü,o saati belleyip dışarı çıktılar. İşte o gün Moğollarca bayram sayıldı. Ergenekondan çıktıkları zaman Moğolların padişahı Kayan (Kıyan) neslinden Börte Çine idi. Bütün boylara elçiler göndererek Ergenekondan çıkıp geldiğini bildirdi. Boyların kimi sevindi,kimi yerindi. Hele Tatarlar bunların üzerine yürüdler. Saf bağlanıp savaşıldı. Moğollar yenip Tatarların büyüklerini kılıçtan geçirdiler. Küçükleri tutsak ettiler. Dört yüz yıl sonra böylece kanlarını aldılar. Mallarını zaptedip ana yurtlarında oturdular. O zamandan beri Ergenekondan çıktıkları kurtuluş gününü bayram yaptılar. O gün bir demiri ateşte kızdırdılar. Önce han bu demiri örsün üstüne koyarak çekiçle vurur. Sonra beğler de öyle yaparlar.

Gök Türk destanının üç rivayetinde göze çarpan müşterek motif ‘Kurt’ tur. Ergenekon rivayetinde kurt doğrudan gözükmüyorsa da hikimdarlarının adının Bört Çin’e yani Bok Kurt olması,kurt fikrinin islâmiyetten sonra bile unutulmadığını gösterir. Çünkü Ergenekon rivayeti islâmiyetteb yani 13′üncü asroda tesbit olunan Gök Türk destanıdır.

İkinci rivayette ise Ergenelon yani Kapalı Yurt açıkça gözükmektedir. Kurt,Gök Türklerde bir ongun sayılıyordu. Yani Gök Türkler kurt neslinden geldiklerine inanıyorlardı. Bu rivayetlerin tarihle olan ilgisini şöylece hulâsa edebiliriz: Kunlar Şimalî ve cenubî olarak ayrıldıktan sonra 93 yılında şimalî Kunlar,cenûp Kunların müttefikleri olan Çinlilerin başka boyların müşterek hücumu karşısında mahvoldular. Bir kısmı Cenup Kunlarına koşuldu. Bir bölümü batıya çekilerek sonradan Atilla’nın kumandasında Avrupayı zartetti. Bir bölümü de Altay dağların civarında saklandılar.

İşte Gök Türkleri teşkil eden boylardan bazıları bu Altay dağlarında kalan Kunların neslindendir. Miladi 93′ten sonra Gök Türklerin kurtuluş tarihi olan 552′ye kadar 459 yıl geçmiştir. Ergenekonda geçtiği söylenen dört üz yıl bu 459 yılın destandaki aksinden başka şey değildir. Gök Türklerin bir kısmı doğrudan doğruya Sakaların neslinden geldiği için onlar Ergenekonda yaşamamışlardır. Nitekim Gök Türk destanının birinci rivayetinde kapalı Vatandan söz geçmiyor. Sonra demilerin erimesi,demir dağın yol vermesi ise Gök Türklerin,Aparlara silah yaptıkları zamanların bir hatırasıdır.





Oguz Kagan Destanı

2 06 2009

Hun-Oğuz Destanı

Oğuz Kağan destanı M.Ö. 209-174 tarihleri arasında hükümdarlık yapmış olan Hun hükümdarı Mete’nin hayatı etrafında şekillenmiştir. Bütün Türk destanlarında olduğu gibi bu destanın da ilk şekli günümüze ulaşmamıştır.

Hun-Oğuz DestanıBugün, elimizde Oğuz destanının üç varyantı bulunmaktadır.

XIII ile XVI yüzyıllar arasında Uygur harfleriyle yazılmış ve islâmiyetten önceki inancı yansıtan varyantın ilk örneği temsil ettiği kabul edilebilir.

XIV. yüzyıl başında yazıldığı bilinen Reşîdeddîn’in Câmi üt-Tevârih adlı eserinde yer alan Farsça Oğuz Kağan Destanı İslâmi varyantların ilkini temsil etmektedir.

Oğuz Kağan Destanının üçüncü varyantı ise XVII. yüzyılda Ebü’l-Gazî Bahadır Han tarafından Türkmenler arasındaki sözlü rivayetlerden ve önceki yazmalardan faydalanarak yazılmıştır.

Oğuz Kağan Destanının İslâmiyet Öncesi Rivayeti Ay Kağan’ın yüzü gök , ağzı ateş, gözleri elâ ,saçları ve kaşları kara perilerden daha güzel bir oğlu oldu. Bu çocuk annesinden ilk sütü emdikten sonra konuştu ve çiğ et ,çorba ve şarap istedi. Kırk gün sonra büyüdü ve yürüdü.

Ayakları öküz ayağı , beli kurt beli, omuzları samur omzu, göğsü ayı göğsü gibiydi. Vücudu baştan aşağı tüylüydü. At sürüleri güder ve avlanırdı. Oğuz’un yaşadığı yerde çok büyük bir orman vardı. Bu ormanda çok büyük ve güçlü bir gergedan yaşıyordu. Bir canavar gibi olan bu gergedan at sürülerini ve insanları yiyordu. Oğuz cesur bir adamdı.

Günlerden bir gün bu gergedanı avlamağa karar verdi. Kargı, yay, ok, kılıç ve kalkanını aldı ve ormana gitti. Bir geyik avladı ve onu söğüt dalı ile ağaca bağladı ve gitti. Tan ağarırken geldiğinde gergedanın geyiği almış olduğunu gördü. Daha sonra Oğuz, avladığı bir ayıyı altın kuşağı ile ağaca bağladı ve gitti. Tan ağarırken geldiğinde gergedanın ayıyı da aldığını gördü. Bu sefer kendisi ağacın altında bekledi. Gergedan geldi ve başı ile Oğuz’un kalkanına vurdu. Oğuz kargı ile gergedanı öldürdü. Kılıcı ile başını kesti. Gergedanın barsaklarını yiyen ala doğanı da oku ile öldürdü ve başını kesti.

Günlerden bir gün Oğuz Kağan Tanrıya yalvarırken karanlık bastı. Gökten bir gök ışık indi. Güneşten ve aydan daha parlaktı. Bu ışığın içinde alnında kutup yıldızı gibi parlak bir ben bulunan çok güzel bir kız duruyordu. Bu kız gülünce gök tanrı da gülüyor, kız ağlayınca gök tanrı da ağlıyordu. Oğuz bu kızı sevdi ve bu kızla evlendi.

Günler ve gecelerden sonra bu kız üç oğlan çocuk doğurdu. Çocuklara Gün, Ay ve Yıldız isimlerini verdiler. Oğuz ormanda ava çıktığı günlerden birinde göl ortasında bir ağaç gördü. Ağacın kovuğunda gözü gökten daha gök, saçı ırmak gibi dalgalı, inci gibi dişli bir kız oturuyordu. Yeryüzü halkı bu kızın güzelliğini görse dayanamaz ölüyoruz derlerdi. Oğuz bu kızı sevdi ve onunla evlendi. Günlerden gecelerden sonra Oğuz’un bu kızdan da üç oğlu oldu. Bu çocuklara Gök, Dağ ve Deniz isimlerini koydular.

Oğuz Kağan büyük bir toy(şenlik) verdi. Kırk masa ve kırk sıra yaptırdı. Çeşit çeşit yemekler,şaraplar, tatlılar, kımızlar yediler ve içtiler. Toydan sonra Beylere ve halka Oğuz Kağan şunları söyledi:

Ben sizlere kağan oldum
Alalım yay ile kalkan
Nişan olsun bize buyan
Bozkurt olsun bize uran
Av yerinde yürüsün kulan
Daha deniz, daha müren
Güneş bayrak gök kurıkan

Oğuz Kağan bu toydan sonra dünyanın dört bir tarafına elçilerle şu mektubu gönderdi:” Ben Uygurların kağanıyım ve yeryüzünün dört köşesinin kağanı olmam gerekir. Sizden itaat dilerim. Kim benim emirlerime baş eğerse, hediyelerini kabul eder ve onu dost edinirim. Kim baş eğmezse, gazaba gelirim. Onu düşman sayarım. Onunla savaşır ve yok ettiririm”.

Yine o zamanlarda sağ yanda bulunan Altun Kağan, Oğuz Kağan’a pek çok altın gümüş ve değerli taşlar hediye etti ve ona itaat ederek dostluk kurdu. Oğuz Kağanın sol yanında ise askerleri ve şehirleri çok olan Urum Kağan vardı. Urum Kağan Oğuz Kağanı dinlemezdi. Oğuz Kağan’ın isteklerini gene kabul etmedi. Oğuz Kağan gazaba geldi, bayrağını açtı ve askerleriyle birlikte Urum Kağana doğru yürüdü. Kırk gün sonra Buz Dağın eteklerine geldi. Çadırını kurdurdu ve sessizce uyudu. Tan ağarınca Oğuz Kağanın çadırına güneş gibi bir ışık girdi .O ışıktan gök tüylü gök yeleli büyük bir erkek kurt çıktı. Kurt: ” Ey Oğuz, sen Urum üzerine yürümek istiyorsun; Ey Oğuz ben senin önünde yürüyeceğim.”dedi. Bunun üzerine Oğuz çadırını toplattırdı ve ordusuyla birlikte kurdu izlediler. Gök tüylü gök yeleli büyük erkek kurt itil Müren denizi yakınındaki Kara dağın eteğinde durdu.

Urum Hanın ordusu ile Oğuz Kağanın ordusu arasında büyük savaş oldu. Oğuz Kağan savaşı kazandı, Urum Hanın hanlığını ve halkını aldı. Oğuz Kağan ve askerleri Gök tüylü ve gök yeleli kurdu izleyerek itil ırmağına geldiler. Oğuz Kağan’ın beylerinden Uluğ Ordu bey itil ırmağını geçmek için ağaçlardan sal yaptı ve böylece karşıya geçtiler. Oğuz’un bu buluş hoşuna gittiği için bu Uluğ Ordu Bey’e “Kıpçak” adını verdi.

Gök tüylü gök yeleli kurdu izleyerek yeniden yola devam ettiler. Oğuz Kağan’ın çok sevdiği alaca atı Buz Dağa kaçtı. Oğuz Kağanın çok üzüldüğünü gören kahraman beylerinden biri Buz Dağa çıktı ve dokuz gün sonra alaca atı bularak geri döndü. Oğuz Kağan atını ve karlarla örtünmüş kahraman beyi görünce çok sevindi. Atını getiren bu beye: ” Sen buradaki beylere baş ol. Senin adın ebediyen Karluk olsun.” dedi. Bir süre ilerledikten sonra gök tüylü ve gök yeleli erkek kurt durdu. Çürçet yurdu adı verilen bu yerde Çürçetlerin kağanı ve halkı Oğuz Kağana boyun eğmeyince büyük savaş oldu. Oğuz Kağan, Çürçet Kağını yendi ve halkını kendisine bağladı.

Oğuz Kağan, ordusunun önünde yürüyen bu gök tüylü gök yeleli erkek kurdla Hint, Tangut, Suriye, güneyde Barkan gibi pek çok yeri savaşarak kazandı ve yurduna kattı. Düşmanları üzüldü, dostları sevindi. Pek çok ganimet ve atla evine döndü.

Günlerden bir gün Oğuz Kağanın tecrübeli bilge veziri Uluğ Bey rüyasında bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Altın yay gün doğusundan gün batısına kadar uzanıyordu. Üç gümüş ok da kuzeye doğru gidiyordu. Oğuz Kağan bu rüyayı dinleyince yurdunu oğulları arasında paylaştırdı.





Şu Destanı

2 06 2009

Şu destanı M.Ö. 330-327 yıllarındaki olaylarla bağlantılıdır. Bu tarihlerde Makedonyalı İskender, İran’ı ve Türkistan’ı istilâ etmişti. Bu dönemde Saka hükümdarının adı Şu idi. Bu DestanŞu Destanı Türklerin İskender’le mücadelelerini ve geriye çekilmeleri anlatılmaktadır. Doğuya çekilmeyen 22 ailenin Türkmen adıyla anılmaları ile ilgili sebeb açıklayıcı bir efsane de bu destan içinde yer almaktadır. Kaşgarlı Mahmud Divan ü Lügat-it Türk’de İskender’den Zülkarneyn olarak bahsetmektedir. Destanın tesbit edilebilen kısa metni şöyle özetlenebilir:

İskender, Türk memleketlerini almak üzere harekete geçtiğinde Türkistan’da hükümdar Şu isminde bir gençti. İskender’in gelip geçici bir akın düzenlediğine inanıyordu. Bu sebeble de İskender’le savaşmak yerine doğuya çekilmeği uygun bulmuştu. İskender’in yaklaştığı haberi gelince kendisi önde halkı da onu izleyerek doğuya doğru yol aldılar. Yirmi iki aile yurtlarını bırakmak istemedikleri için doğuya gidenlere katılmadılar.

Giden gurubun izlerini takip ederek onlara katılmaya çalışan iki kişi bu 22 kişiye rastladı. Bunlar birbirleriyle görüşüp tartıştılar. 22 kişi bu iki kişiye: “Erler İskender gelip geçici bir kişidir. Nasıl olsa gelip geçer , o sürekli bir yerde kalamaz. Kal aç” dediler. Bekle , eğlen, dur anlamına gelen “Kalaç” bu iki kişinin soyundan gelen Türk boyunun adı oldu. İskender Türk yurtlarına geldiğinde bu 22 kişiyi gördü ve Türk’e benziyor anlamında ” Türk maned ” dedi. Türkmenlerin ataları bu 22 kişidir ve isimleri de İskender’in yukarıdaki sözünden kaynaklanmıştır.

Aslında Türkmenler, Kalaçlarla birlikte 24 boydur ama Kalaçlar kendilerini ayrı kabul ederler. Hükümdar Şu Uygurların yanına gitti. Uygurlar gece baskını yaparak İskender’in öncülerini bozguna uğrattılar. Sonra iskender ile Şu barıştılar. İskender Uygur şehirlerini yaptırdı ve geri döndü. Hükümdar şu da Balasagun’a dönerek bugün şu adıyla anılan şehri yaptırdı ve buraya bir tılsım koydurttu.

Bugün de leylekler bu şehrin karşısına kadar gelir, fakat şehri geçip gidemezler. Bu tılsımın etkisi hâlâ sürmektedir. Bu destana göre İskender Türkistan’a geldiğinde Türkmenlerin dışındaki Türkler doğuya çekilmişlerdi. İskender Türkistan’da mukavemetle karşılaşmamış bu sebeble de ilerlememiştir. Büyük ölçüde çadırlarda yaşayan Türkler İskender’in seferinden sonra şehirler kurmuş ve yerleşik hayatı geliştirmişlerdir.





Alp Er Tunga Destanı

2 06 2009

Sakalar dönemine âit Alp Er Tunga ve şu olmak üzere iki destan tesbit edilmiştir.

Alp Er Tunga, M.Ö. VII. yüzyılda yaşamış kahraman ve çok sevilen bir Saka hükümdarıdır.

Alp Er Tunga Orta Asya’daki bütün Türk boylarını birleştirerek hâkimiyeti altına almış daha sonra Kafkasları aşarak Anadolu Suriye ve Mısır’ı fethetmiş ve Saka devletini kurmuştur.

Alp Er Tunga’nın hayatı savaşlarla geçmiştir. Uzun süre mücadele ettiği İranlı Medlerin hükümdarı Keyhusrev ‘in davetinde hile ile öldürülmüştür.Alp Er Tunga Destanı

Alp Er Tunga ile iranlı Med hükümdarları arasındaki bu mücadelelerin hatıraları uzun asırlar hem Türkler hem İranlılar arasında yaşatılmıştır.

Alp Er Tunga, Asur kaynaklarında Maduva, Heredot’ta Madyes, iran ve islâm kaynaklarında Efrasyab adlarıyla anılmaktadır. Orhun Yazıtlarında “Dokuz Oğuzlar” arasında “Er Tunga” adına yapılan “yuğ” merasiminden söz edilmektedir. Turfan şehrinin batısında bulunan “Bezegelik” mabedinin duvarında da Alp Er Tunga’nın kanlı resmi bulunmaktadır. “Divan ü Lügat-it Türk” ün yazarı Kaşgarlı Mahmud’a ve ” Kutadgu Bilig” yazarı Yusuf Has Hacip’e göre “Alp Er Tunga” iran destanı “şehname” deki büyük ve efsanevî Turan hükümdarı “Efrasiyab”dır.

Divan ü Lûgat-it Türk’de Turan hükümdarlığının merkezi olarak “Kaşgar” şehri gösterilmektedir. islâmiyeti kabul etmiş olan Karahanlı devleti hükümdarları da kendilerinin “Efrasyap” sülalesinden geldiklerine inanmışlar ve bunu ifade etmişlerdir. Moğol tarihçisi Cüveyni de Uygur devletinin hükümdarlarının da Efrasyap soyundan olduğunu yazmaktadır.

Şecere-i Terakime’ye göre Selçuklu Sultanları kendilerini Efrasyab soyundan kabul ederlerdi. Rusların Yakut adını verdiği Türk gurup aslında kendilerine Saka dediklerini söylemişlerdir. Tarih içinde kaybolduğunu düşündüğümüz Saka Türklerinin az da olsa bir bölümünün bugün hayatiyetlerini sürdürmeleri pek çok meselenin yeniden araştırılarak doğruların ortaya çıkmasına yardımcı olabilecektir. Tarihçi Mesudî de M.S.7. yüzyılın başındaki Köktürk hakanının “Efrasyab” soyundan olduğunu yazmaktadır.

Bütün bu bilgilerden hareketle “Tunga Alp” le ilgili efsanelerin Kök Türklerden önce doğu ve orta Tiyanşan alanında yaşayan Türkler arasında meydana geldiğini ve bu destanın daha sonraları Kök Türk ve Uygurlar arasında yaşayarak devam ettiğini göstermektedir.

Alp Er Tunga destanının metni bu güne ulaşamamıştır. Bir kısmından yukarıda bahsettiğimiz kaynaklarda bu değerli Saka hükümdarı ve kahramanı hakkında bilgiler ve bir de sagu (ağıt) tesbit edilmiştir:

Alp Er Tunga Öldü mü
Dünya sahipsiz kaldı mı
Korkak öcünü aldı mı
Şimdi yürek yırtılır

Felek yarar gözetti
Gizli tuzak uzattı
Beylerbeyini kaptı
Kaçsa nasıl kurtulur
Erler kurt gibi uludular
Hıçkırıp yaka yırttılar
Acı seslerle bağırdılar
Ağlamaktan gözleri kapandı

Beğler atlarını yordular
Kaygı onları durdurdu
Benizleri yüzleri sarardı
Safran sürülmüş gibi oldular

Alp Er Tunga DestanıKutadgu Bilig’de “Alp Er Tunga” hakkında şu bilgi verilmektedir: Eğer dikkat edersen görürsün ki dünya beyleri arasında en iyileri Türk beyleridir. Bu Türk beyleri arasında adı meşhur ikbali açık olanı Tonga Alp Er idi. O yüksek bilgiye ve çok faziletlere sahip idi. Ne seçkin, ne yüksek, ne yiğit adam idi ; zaten âlemde ferasetli insan bu dünyaya hâkim olur.

İranlılar ona Efrasiyap derler; bu Efrasiyap akınlar hazırlayıp ülkeler zaptetmiştir. Dünyaya hâkim olmak ve onu idare etmek için pek çok fazilet, akıl ve bilgi lâzımdır. İranlılar bunu kitaba geçirmişlerdir. Kitapta olmasa onu kim tanırdı.” Bugünkü bilgilerimize göre Alp Er Tunga ile ilgili en geniş bilgi İran destanı şehname’de tesbit edilmiştir.

Şehnamenin başlıca konularından biri İran -Turan savaşlarıdır. Bu destana göre en büyük Turan kahramanı önce şehzade sonra hükümdar olan Efrasyap’tır. şehname’deki Alp Er Tunga ile ilgili bilgiler şöyle özetlenebilir: “Turan şehzadesi Efrasyap babasının isteği üzerine İran’a harp açtı. iki ordu Dihistan’da karşılaştılar. Boyu servi, göğsü ve kolları arslan gibi ve fil kadar kuvvetli olan Efrasyap, iranlı’ları yendi. iran padişahı Efrasyap’a esir düştü. İran’ın ilk intikamını o zaman İran’a bağlı olan Kabil Padişahı Zal aldı. Zal başarılı olmasına rağmen İran şahının öldürülmesini engelleyemedi.

Efrasyab İran’ı ele geçirmek için yeni bir savaş açtı. İran’ın yetiştirdiği en büyük kahramanlardan Zal oğlu Rüstem Efrasyab’ın üzerine yürüdü.. Efrasyab ile Zal oğlu Rüstem arasında bitmez tükenmez savaşlar yapıldı. İran tahtında bulunan Keykâvus, hem oğlu Siyavuş’u hem de Zal oğlu Rüstem’i darılttı. Siyavuş Efrasyap’a sığındı . Siyavuş’un Turan’da bulunduğu sırada evlendiği Türk beyi Piran’ın kızından bir oğlu oldu. Siyavuş oğluna babası Keyhusrev’in adını verdi.

Efrasyab uzun yıllar Turan’da hükümdarlık etti. İran’lalar Siyavuş’un oğlu Keyhusrev’i kaçırarark iran tahtına oturttular. Keyhusrev Zaloğlu Rüstem’le işbirliği yaptı ve Turan ordularını yendi. Keyhusrev ile Efrasyap defalarca savaştılar. Sonunda ordusuz kalan Efrasyap Keyhusrev’in adamları tarafından öldürüldü.

Şehnamede Efrasyap adıyla anılan Turan hükümdarı Alp Er Tunga’nın İran hükümdarlarına sık sık yenildiği anlatılmaktadır. Ancak iran Turan savaşlarında iran hükümdarları sürekli değişmiş 140 yıl yaşadığı rivayet edilen Alp Er Tunga ise mücadeleye devam etmiştir. Bu durum Efrasyap’ın başarısız olmadığını gösterir. Gerçek destan metni bulunduğu takdirde bu destanla ilgili daha sağlıklı değerlendirmeler yapılabilir.

Alıntı !